yetenek karmaşası


pek çoğumuz bir veya birden fazla yetenek ile doğarız. ancak eğer şanslıysak bunlardan sadece birisini gerçek hayatta uygulamaya yani hayata geçirebilme fırsatımız olur. bu, bazen türlü yeteneklerimiz arasında en belirleyici olanı olur. bazen ise en zayıf olanı. daha ziyade bu durum kişinin kendini tanıyabilmesi ile alakalıdır. bizim toplumumuzda rehberlik faaliyeti denen şey sadece alınan puana göre yüksek öğrenime yönlendirmekten öteye geçemediği (yani rehber öğretmenlerin ekseriya rehberlikten bir haber olması hasebiyle) ve çocuk denecek yaştaki kişinin yahut birey olma yolundaki bir ergenin kendi kendisini tanıyabilmesi de zaman aldığı veya çoğu zamanda mümkün olmadığı için belki de hiç yeteneğimiz olmayan bir alanda gizil kalmış pek çok yeteneğimizi farkında olmadan körelterek yahut yok olmasına bu şekilde zemin hazırlayarak ömrümüzü tükettiğimiz maalesef acı bir gerçektir. bir insan kendi kendisini nasıl tanıyabilir? özellikle bir ergen. bunun pek mümkün olmadığını varsayıyorum. kendi şahsım adına konuşayım ben kendimin ne olduğunu veya ne olmadığını dahi ancak üniversite yıllarımda uzun soluklu düşünceler ve sorgulamalar sonucunda bulabildim.(bulduğumda da iş işten çoktan geçmişti.) çocukluk dönemlerimde okuduğum ve uzun bir süre ara verdiğim ansiklopedik kaynakların benzeri olan ve hayat hakkında kısa yoldan bilgi edinmemi sağlayabilecek düzeyde felsefi kitaplara (örnek: buddha öğretileri) ağırlık verdim. ya da kısa yoldan beni bilgiye eriştirecek düzeyde kitaplara. roman gibi uzun soluklu tek bir ana fikri yaya yaya, elastik gibi çeke çeke anlatan eserlerden hep uzak durdum. konuyla alakasız olacak ama adeta kafam kadar büyük iki ciltlik dev bir ansiklopedinin ilk cildi gibi duran o kitapları metrolarda, metrobüslerde, tramvaylarda, vapurlarda okuyan o genç insanların bunu ne mantıkla yaptıklarını hiçbir zaman anlamadım. anlayabileceğimi de sanmıyorum. insan bu kadar detayı nasıl aklında tutabilir ki? özellikle hiçbir detayı umursamayan bir millet olarak yani görülmeyeni görmeye çabalamadan doğrudan kestirip atan karşısındakini dakikasında tanıdığını sanan sığ kafalı insanların bu detaylarla dolu koca kitaplarla gerçek manada boğuşabilecekleri yahut bununla başa çıkabilecekleri fikri akla, mantığa, gerçeğe asla uygun düşmüyor. bana kalırsa sırf diyalektik belki de pek çoğu okuduğunu bile anlamadan sırf kesintisiz bir iki cümle kurabilmek için bunu yapıyorlar. kitap dediğin sessiz ortamda okunur. anlaşılabilmek için buna ihtiyaç duyar. dünya üzerindeki en büyük gürültü kaynağı olan trafik içerisinde bırakın roman gibi bir karmaşayı basit bir mecmuayı bile okuduğunu anlayabildiğini iddia eden bu son derece zeki arkadaşları alkışlamak gerek. her neyse konuyu fazla dağıttım sanırım. ne diyorduk kendini tanıyabilmek eylemine okumaktan ziyade kesintisiz düşünce ve sorgulama ile ulaşabildiğime inanıyorum. başkalarını bilemem ama en azından kendimin ne olduğumu veyahut ne olmadığımı çok iyi biliyorum. bu karşıdaki insanı tanımak için bir gerekliliktir. çoğu insan kendi üzerinde düşünmeden, sorgulamadan, kafa patlatmadan, sırf gündelik hayatı kendi rutinine göre yaşayarak kendi hakkındaki gerçeklere ulaşabildiğine dahası kendisini tanıyabildiğine ve bu inançla yaşadığı tecrübeleri de birleştirerek müthiş bir özgüven duygusuyla kendisini insan sarrafı kategorisine sokarak karşısındakini de rahatlıkla tanıyabileceğine inanır. netice mi? netice genellikle hüsrandır. en büyük kazıkları en yakınımız dediğimiz dost bildiğimiz insanlardan yemiş olmamız bunun en temel nedenidir. bu durum kadın erkek ilişkilerinde de geçerlidir. benim jenerasyonum hatırlar belki vaktiyle bir tv programı yayımlanmıştı kanalın birinde. ismi “ben bilmem eşim bilir.” arka planda eşlerin her birine partnerlerinin kişisel özellikleri hakkında sorular sorulmuş ve pek çoğunun verdikleri cevapların ekseriya tutarsız olduğu görülmüştür. programı izlettiren ilginç yapan da bu eşlerin birbirlerinden bihaber oluşlarıydı. uzun bir süre yayımda kaldı bu sebeple bu program. hesapta bir eğlence programı idi bu. ama acı bir gerçeği de gözler önüne sermesi bakımından benim için önemliydi. gerçi tüm bu söylediklerimden sonra onca yıl canım, cicim, sevgilim, aşkım diyerek birbirlerine sarılan ve aynı yastığı paylaşan insanların birbirlerine adeta yabancı olması şaşılacak bir durum değildi. ama ne diyelim her şey sebep sonuç ilişkisine dayalıdır ve aynı sebepler aynı şartlar altında hep aynı sonuçları doğurur. ve bunun için yapılabilecek pek de bir şey yok açıkçası.


  5 Ağustos 2023  |


içerik yazarı:   admin (yazar profili)

içerik yayın tarihi:   5 Ekim 2021


bu içerik ilgini çekti mi?

2 / 0

hayır mı? öyleyse belki de ilgini cezbedecek o özel içerik bunlardan biridir:

(unutma! gönlümüzden geçen yalnızca bakıp geçen bir seyyah olman değildir. durup nihayete eren bir dost olmandır. ki işte bu vesile ile aramıza katılman dolayısıyla değerli üyeliğin bizleri ziyadesiyle memnun edecektir.
Bir yanıt yazın0

e-posta adresiniz yayımlanmayacak. gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir.