türkçedeki tahrifat


Türklerin milat öncesi 4000’li yıllara dayanan bir mazisi ve dil zenginliği olsa da Türk dili özellikle Osmanlı’nın çöküşü, yeni Türkiye’nin kurulması ve sonrasında yeni Türk alfabesinin kabulü (1928) ile başlayıp Türk Dil Kurumu’nun kurulup (1932) geliştirilmesi ile devam eden süreçte ziyadesiyle suni bir erozyona uğratılmış dahası özünde tahrifat yapılmış ve bu şekilde özgün halinden uzaklaştırılmış olan bir dildir. acı bir gerçektir ki, diğer dünya milletlerine nazaran çok zengin bir kelime çeşitliliğine sahip -ki her şeye rağmen hala bile öyledir- Türk dili bu sayede kendi mevcut zenginlikte ki öz kelime dağarcığından mahrum edilmiş, içerisinde mevcutta bulunan Osmanlı döneminden kalma özellikle arapça ve sonrasında farsça kökenli kelimelerin dahası bu dillerin etkisinden (ki bu dillerin etkileri bu dillerden vaktiyle Türkçe’ye geçmiş kelimeleri sadeleştirmek yahut Türk dilinden tümden çıkartmak suretiyle oldukça azaltılmıştır.) uzaklaştırılmak maksadıyla mevcut kelimelerin tasfiyesi ve yerine sonradan batı ve batılılaşma etkisi ile özellikle fransızca kökenli kelimelerin ilave edilmesi bu şekilde fransızca kökenli kelimeler ile mevcut Arapça kökenli kelimelerin neredeyse eşitlenmesi suretiyle Türk dilinin oryantalist yapısının suni müdahale yoluyla doğu-batı sentezi karma bir yapıya sokulması amaçlanmıştır. kelime tasfiyesi ile beraber sadeleştirme yoluyla da eski ve yeni Türkçe kavramları ortaya çıkmış böylelikle günümüz Türkçe’siyle eski Türkçe arasında anlam bakımından kaçınılmaz şekilde bir uçurum oluşmuştur. ne hazindir ki bugün Türk dili dışında herhangi bir dünya dili ve medeniyeti bu kadar ivedi, bu kadar kati, bu kadar etkili ve bu kadar kasti şekilde değişime uğratılmamış uğratılmaya da çalışılmamıştır. bununla birlikte bugün bazı kimselerce Türkler’in kurdukları köklü medeniyetlerin dahası Türkler’in özgeçmişlerinin bir kenara atılıp sanki tarih sahnesinde bir asırlık geçmişleri varmış gibi lanse edilmesi dikkate değerdir. bugün geçmişte bilinçli olarak yapılmış olan bu Türk dili tahribatının maksadının Türk milletini kendi öz değerlerinden koparmak, geçmişini kendisine unutturmak, geçmişiyle tüm bağını kopartmak amacını taşıdığını anlayamamak için ahmak olmak gerekir. özdeğerlerden kasıt özellikle Türk’ün dinsel inanışı(İslam) başta olmak üzere oryantalist ananeleri, ahlakı, sosyal yaşantısı, kendi özkültürüdür. bugün bizler doğu medeniyetinden kısmen koparılarak batı medeniyetine yaklaştırılan ve böylelikle doğu-batı sentezi olan ancak bu iki medeniyeti de haliyle tam manası ile özümseyememiş -ve asla da özümseyemeyecek olan- arada derede kalmış bir medeniyet olmaktan öteye geçemiyoruz. kendi dilimize, dinimize geleneklerimize öyle yabancılaştık ki ne eski Türkçe ile yazılmış eserleri anlayabiliyoruz, ne dinimize tam olarak vakıfız, ne de kendi ananelerimizden bir haberiz. düşünün bu gün herhangi bir ingiliz vatandaşı, ortaçağa ait ingilizce yazılmış bir eseri rahatlıkla okuyup atalarını rahatlıkla anlayabilirken bu gün ülkemizde herhangi bir Türk vatandaşı çok eski değil sadece Osmanlı devleti’nin son dönemine ve kendi ecdadına ait eski Türkçe ile yazılmış bir eseri ancak çeviri yardımıyla anlayabilmektedir. Bununla beraber günümüz Türkiye’si dini kaynaklara ise neredeyse tümden yabancıdır. böylelikle ekseriyetle Müslüman olan Türkler İslam dini ve İslam hukuku(fıkıh) hususunda hoca olan veya olduğunu iddia edenlerin kimi zaman yalan yanlış anlattıklarına itibar etmek ya da bidat’ler (dinde olmayan sonradan uydurulan şeyler) ile amel etmek mecburiyetinde kalmışlardır. bu şekilde tam manasıyla bilmeden, tam manasıyla öğrenemeden, yarım yamalak yaşayabildiği din anlayışı ile bir yandan bir Müslüman gibi Miraç gecesini ihya ederken öte yandan tıpkı bir Hristiyan gibi noel’in gelişini yani Hz. İsa’nın doğumunu yılbaşı eğlencesi adı altında kutlar duruma gelmiştir. bu durum aslında batı alemi’nin(özellikle fransa ve ingiltere) Türkiye üzerindeki yegâne emeli idi. topraklarımızı savaşla ilhak edemeyeceklerini ve yürekleri iman dolu şehadete koşarak giden yiğitlerimizi (Osmanlı neferleri) kendi bileklerinin güçleriyle yok edemeyeceklerini kat’i surette anlayan batı âlemi, ilkin özellikle Çanakkale’de Osmanlı’nın geride kalan son savunucu neferlerini içimizdeki bizdenler aracılığıyla vatan millet ülküsünü kulaklarına fısıldatmak suretiyle cepheye topyekün anlamsızca sürdürtmüş ardından uzaktan top atışlarıyla bu neferlerin pek çoğunu ellerini dahi kirletmeden teknolojilerinin güçleriyle şehit etmişlerdir. ardından konuyla hiç alakası dahi olmayan milletleri de önceden kışkırtarak onları karaya çıkarmak (örnek: anzaklar) suretiyle kalan az sayıda Osmanlı neferlerini de onlara kırdırtmışlardır. savaş sonrasında ise Osmanlı’yı ve dahi kendilerini savunmaktan aciz durumda kalan kadınlar, çocuklar ile yaşlıları da yine bizim içimizden ve dahi bizden (Türk) olan Osmanlı’nın siyasi muhaliflerini özellikle ittihat ve terakki fırkasının tüm mensuplarını ve bu fırkanın destekçileri olan Türk taraftarlarını (yahudi getto polisi misali) yine kendi aciz milletine karşı maşa olarak (hürriyet, eşitlik, özgürlük fikirleri ile zihinleri yıkamak şeklinde Osmanlı düşüncesi taşıyan aciz kadınlarımızı da ileride yetiştirecekleri evlatları vasıtasıyla ve ilerde kendilerine karşı palazlanmasınlar diye kandırarak) kullanmak suretiyle Osmanlı kültürünü tümden asimile etmiş böylelikle kalan son Türk’leri de kendilerine karşı birer tehdit olmaktan çıkartarak tümden etkisizleştirmişlerdir. işin bir türlü görülmek, bir türlü anlaşılmak istenmeyen aslı esası budur aslında. batı böylelikle topraklarını tümden ilhak edemedikleri Osmanlı Türk’lerini kıllarını dahi kıpırdatmadan ittihat ve terakki mensupları aracılığıyla büyük oranda ve özellikle din ve ananevi anlamda kendilerine benzetmek (dayatma ile ve çoğunlukla istiklal mahkemelerince cebren uygulanan şapka devrimi, kılık kıyafet inkılâbı, harf devrimi vs.) suretiyle esas ülkülerinden(Türk cihan hakimiyeti ve batı düşmanlığı) uzaklaştırmıştır. dolayısıyla fertler arasında husule gelen bir kimlik karmaşası ile kafa karışıklığına sebep olmuşlardır. işte yeni Türkiye devletinin kurulduğu günden bu yana siyasi manada fertleri arasında oluşan derin ve onulmaz çatışmaların (anarşizm, ihtilaller, ölümler vs.) sebebi de aslında husule getirilen bu kafa karışıklığı dahası fertler arasında yaşanan derin kimlik karmaşasıdır. gerçi buna pekte şaşırmamak gerek aslında. çünkü bizlere tarih boyunca ezeli düşman olan batı âleminin bizim menfaatimize herhangi bir emel güttüğünü düşünmek ancak saflık olurdu. hal böyleyken bugün ivedilikle yeniden özümüze geri dönmek ve gerçek kimliklerimizi yeniden bulmak yapılması gereken en doğru hamle gibi görünmektedir.


  4 Ağustos 2023  |


içerik yazarı:   admin (yazar profili)

içerik yayın tarihi:   1 Mart 2022


bu içerik ilgini çekti mi?

2 / 0

hayır mı? öyleyse belki de ilgini cezbedecek o özel içerik bunlardan biridir:

(unutma! gönlümüzden geçen yalnızca bakıp geçen bir seyyah olman değildir. durup nihayete eren bir dost olmandır. ki işte bu vesile ile aramıza katılman dolayısıyla değerli üyeliğin bizleri ziyadesiyle memnun edecektir.
Bir yanıt yazın0

e-posta adresiniz yayımlanmayacak. gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir.